Her şiir bir renktir dünyaya.
Divan şiirini okumaya, onu sevmekle başlamalıyız. Aramızdaki buzları eritmeli, küskünlüğümüzü bir tarafa bırakmalıyız. Biliyoruz ki, bilmediğinin düşmanıdır insanoğlu. Bunun için daha çok şey öğrenirsek bilmediklerimize karşı tutkumuz, ilgimiz ve muhabbetimiz o derece artacaktır.
Geçmişle aramızdaki ağır kapı yavaş yavaş açıldığında arkasında ne müthiş zenginlikte hazinenin olduğunu görebileceğiz. Yeter ki üstüm başım toza toprağa batmasın, bahanesini bir tarafa bırakıp kapıyı açmaya gayret edebilelim. Emeğimizi şiirle bereketlendirelim. Şiir ki ilk edebi icraatıdır insanoğlunun.
Ağzımıza giren süt damlasına eşlik eden tatlı söz yumağı kulağımızın aşina olduğu ninnilerdir ilk içtiğimiz şiirler. Her zaman ve mekânda en büyük gerçeklik şiir hayatımızın mihenk taşı olması gerçekliğidir. Şiirimizin dil, konu, söyleyiş tarzı itibariyle şüphesiz en zengin damarıdır Divan şiiridir. Divan şiiri varlığını uzun süre devam ettirir ve yüzyıllar boyu sayısız şairin yetişmesinin membaı olur. Osmanlı coğrafyası dışında birçok mekânı ve kişiyi etkisiyle büyülemiştir şiir-i kadim.
Batı’ya yönelişimizle yerini modern şiir anlayışlarına bıraksa da etkinliğini ve yetkinliğini hiçbir zaman kaybetmemiştir ve kaybetmeyecektir. Avrupaî tarzlı şairler bile bu zenginlikten beslenmek zorunda hissetmiştir kendini. Bugün eğer Türk şiirinden bahsediyorsak Divan şiirinin de tıpkı Anonim, Âşık tarzı ve Tekke şiirleri kadar ve hatta daha çok buna kaynaklık ettiği gerçeğini göz ardı edilemez, su götürmez gerçektir. Bu gerçeklikten hareketle Divan edebiyatı, Halk edebiyatı ve günümüz edebiyatı arasında şekil, muhteva yönünden farklılıklar olsa da aynı özden, aşktan beslenmiş olmaları gerçekliği inkâr edilemez. Biliyoruz ki edebiyat - sanat- şiir bir milletin dilindeki terennümün nazenin halidir. Şairler de her şeyden önce birer beşerdir ve beşeriyeti ilgilendiren acılar, sevinçler yüreklerini güçlü haliyle kavurmuşlardır.
Arap ve Fars edebiyatlarının tesirinde gelişen edebiyatın ilk ürünlerinin daha Orta Asya’da iken verildiğini (Kutadgu Bilig, Atabet’ül Hakayık…) biliyoruz. Akabinde Anadolu’ya göçtüklerinde, yeni edebiyat oluşturmanın gayretinde olmuşlardır. Yeni oluşumun hamurunun mayası İslam kültür ve medeniyetidir bilaşüphe. Ancak dinî konuları işleyen Divan şiirlerinin yanı sıra dindışı konularda da şiirler yazılmış ve nesir alanında da önemli eserler icra edilmiştir. Bundandır gönül rahatlığıyla diyoruz ki edebiyatımız rengârenk çiçekli bahçedir; bahçenin en hası, nadide çiçeği Divan şiiridir. (… ve Divan edebiyatı nesrini de göz ardı etmemek kaydıyla…)
Şiirlerde gerek ilahi aşkı gerekse beşerî aşkı andıran platonik aşk beyitlerin esasını oluşturur. Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ve hadisler başta olmak üzere dinî ilimler, İslam tarihi, peygamber kıssaları, mucizeler, kerametler, millî- manevi kültür öğeleri vb. bu sonsuz hazineye kaynaklık eden temel unsurlardır.
Divan şairleri ortak dil-üslup ve kelime hazinesi ekseninde eser meydana getirmişlerdir. Dolayısıyla dünya görüşleri noktasında çok ciddi ve aykırı farklılık göze çarpmaz. Dünya geçici olandır, olgusunu dönemin şairlerinin tümüne mal etmek yanlış bir geneleme olmaz.
Olmazsa olmaz diğer konu elbette aşktır. Aşk, bir onulmaz derttir Divan şiirinin satırlarında ve Divan şairlerinin sinesinde lakin şair bundan şikâyetçi değildir. Aşkın muhatabı olan sevgiliyse ay yüzlü, boyu selvi, saçları sümbül, yanakları lâle yahut gül, gözleri nergis, kaşları yay, kirpikleri ok, dişleri inci, çene çukuru kuyu, beli kıldan ince, dudağı, ölmezlik suyu, ayağının tozu, sürme olarak vasıflandırılır. İlkbahar yani gül mevsimi, sevgili ile birlikte olma ve şarap içme zamanıdır. Sevgili, âşığa eziyettir, şairse bir ömür acı çekecektir.
Şair âşıktır ama sevilen vefasızdır.